“Kaktüsün Dikenlerinden, Ayın Aydınlığına: Doğadan Hayata İlham Veren Dersler”

 


Doğa bir öğretmen gibi her zaman yanımızda. Gökyüzündeki bulutların dansından, toprağın derinliklerindeki sessizliğe kadar, doğanın her bir parçası, bize hayatta nasıl daha anlamlı, derin ve duygusal olarak güzel bir yaşam sürebileceğimizi öğretir. Doğadan öğrendiğimiz bu soyut dersler, bizim içsel dünyamızda derin izler bırakır ve bizi olgunlaştırır. İşte doğadan öğrendiğimiz bazı durumlar.

Taş olsak çatlardık. Evet, bazen hayatta dayanamayacağımız noktalar olur ve bu durumda taş olsak bile duygularımızın ortaya çıkmasına ihtiyaç duyarız.

Güneş olsak yanmaktan sıkılırdık. Hep aynı şeyleri süreklilik kazanmış şekilde yapmak bizleri sıkabilir. Yapmamızın tonlarca sebebi varken bazen yapmamak için tek bir nedene ihtiyaç duyarız.

Güneş olsak bazen ayarını kaçırarak etrafımızdakileri yakardık. Çünkü onları sevgimiz ve ışığımızla ısıtabileceğimizi zannederken, kömür olacak kadar yakmaya başlamışızdır. Bu sıcaklık artık bir soğukluğa ihtiyaç duyar hale gelir.

Bulut olsak bazen güneşin arkasına saklanmak isterdik. Her an görünür olmak ve insanların bizi izlemesini istemeyebiliriz. Bu yüzden saklanmak ve kabuğumuza çekilmek oldukça normaldir.

Bulut olsak bazen yağmak isterdik. Güneşin yanında olmamız yağmayacağımız anlamına gelmez. Her zaman mutlu olmak zorunda değiliz; bazen ağlamak da en az gülmek kadar normaldir.

Kaktüs olsak dikenli olmayı severdik. Çünkü diken sandığımız şeyler aslında sınırlarımızdır. Bir kaktüsün bile sınırı varken bir insanın sınırı ve dikeni neden olmasın? Bu dikenler bizi farklı yapmaz, aksine doğru ve koruyucu bir kalkandır.

Yaprak olsak bazen düşmek isterdik. Ağacın en tepesinde olmak çok güzeldir. Ancak hayat her zaman en tepede geçmez. Arada düşmek gerekir daldan, özüne dönmek gerekir.

Ağaç olsak arada canlanır, arada solmak isterdik. Tek bir ana bağlı olmaktansa tüm döngüleri yaşamak isterdik. Solmak, ölüm gibi gelse de insan canlanmak ve kendine gelmek için bazen soldururdu yaşamın tüm çiçeklerini. Canlanmak ise kendine gelen insanın içinde yeşerttiği her dal ve çiçek parçasıdır.

Dağ olsak heybetimiz belli olur ama yüreğimiz dağ kadar olurdu. Çünkü dağlar bazen kavuşamaz. Bizler de ne kadar sevsek dahi kavuşmak bir dağ kadar zorlu olabilir.

Ay olsak karanlık taraflarda bile içimizdeki aydınlık olan yönlerimize ışık tutmak isteriz. Yüzde yüz kötü olamayacağımızı anlarız. Çünkü karanlığın içinde bile bir ışık mutlaka parlayacaktır. Bunu ancak gökyüzüne, yani içine bakanlar görecektir.

Doğa hayatın her anını gizlice fısıldayan bir öğretmendir. Bizler ise öğrencileri. Umarım hayatınızda size fısıldayan yansımaları ve sesleri fark etmeye vaktiniz ve fırsatınız olur. Gökyüzüne ve kalbinize bakmayı unutmayın.

Beyzanur Ulu

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kimlik ve Maskeler: Sosyal Medya Ve Hayatta Varlık Felsefesi

Zamanın Yazgı Ustaları: Kaderi Yeniden Yazmak

Modern Dünyada Stoacılık: Kadim Bilgeliğin Çağdaş Yansıması