Mono No Aware: Geçiciliğin Hüznü ve Güzelliği

Hayatta öyle anlar vardır ki, içimizi hem mutlu eder hem de tuhaf bir hüzünle doldurur. Bir yandan “iyi ki yaşıyorum” dersin, öte yandan kalbinin bir köşesi burkulur. Japon kültüründe bu duyguya özel bir isim verilmiş: MONO NO AWARE
Bu kavramı ilk kez 18. yüzyılda Japon düşünür Motoori Norinaga kullanmıştır. Norinaga, Japon edebiyatının en önemli eserlerinden biri olan Genji Monogatari’yi (11. yüzyılda Murasaki Shikibu tarafından yazılmıştır) yorumlarken bu terimi öne çıkarmıştır. Ona göre, insan kalbinin en temel özelliği, geçici olan karşısında duyulan hassasiyettir. Mono no aware, işte bu geçiciliğin farkında olma hâlidir: “Her şeyin gelip geçici olduğunu bilmenin getirdiği tatlı hüzün ve o hüzünle karışık bir güzellik.”




Çiçeklerin Ömrü Kadar Kısa…

Japonya’da bu kavramın en bilinen sembolü sakura (kiraz çiçekleri). Onlar yılda yalnızca birkaç günlüğüne açar, sonra dökülür. İnsanlar o kısacık süreyi sabırsızlıkla bekler. Çünkü bilirler ki bu güzellik sonsuza kadar sürmeyecek. Aslında onları bu kadar özel yapan da tam olarak bu değil mi? Eğer hep açık kalsalardı, belki kimse bu kadar heyecanlanmazdı.

Bana sorarsanız biz de her gün kendi sakuralarımızı yaşıyoruz. Sonbaharda rüzgârla savrulan yapraklar, mezuniyet gününde kahkahaların arasına karışan gözyaşları, her yılın ilk günleri, bir tatilin son sabahı… Hepsi geçiciliğin küçük hatırlatmaları.

Sanat ve Edebiyatın Aynası

Japon şiir geleneğinde, özellikle haikularda, mono no aware çok güçlü bir biçimde hissedilir. Üç dizeden oluşan bu kısa şiirlerde genellikle doğa olayları anlatılır; ama asıl amaç, onların insanda bıraktığı hüzünlü farkındalığı aktarmaktır. Mesela bir haiku, yazın son kurbağa sesini ya da eriyen karı anlatır. Yalnızca bir doğa betimlemesi değildir bu; aynı zamanda zamanın akışını ve kaybolan şeyin bıraktığı duyguyu yansıtır.

Türk edebiyatında da benzer hislere rastlarız. Yahya Kemal’in “Sessiz Gemi” şiiri, ölümü kabullenmenin içinde saklı o hüzünlü güzelliği işler. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Huzur” romanında, zamanın akışına karşı duyulan hassasiyet ve kaybolan güzelliklere karşı duyulan özlem, mono no aware’in bizdeki karşılığı gibidir. Hatta halk edebiyatındaki “ölüm” ve “ayrılık” temaları da aynı duyguya işaret eder: Kaybolan şeyin geride bıraktığı derin bir farkındalık.

Ne Öğretiyor?

Mono no aware bana şunu öğretiyor: Hiçbir şey kalıcı değil, ama belki de bu yüzden değerli. Eğer hiçbir şey kaybolmasa, zaman hiç geçmese, belki de hiçbir anın kıymetini bilmeyecektik.

Belki de hayatın en güzel tarafı, her şeyin faniliğinde gizli. Tıpkı solan çiçeklerde, vedalarda, ağlarken gülmekte gülerken ağlamakta ya da eski bir fotoğrafın tozlu sayfalarında olduğu gibi…

Beyzanur Ulu


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kimlik ve Maskeler: Sosyal Medya Ve Hayatta Varlık Felsefesi

Görmekle Susmak Arasında: Bir Kehanetin Bedeli:Kassandra’nın Laneti

Edebiyat ve Bilimin Kesiştiği Nokta: SANAT TERAPİSİ